|
ALINTERİ – EYFEL VE ENİS BATUR |
|
Enis Batur’un son eseri(!), Eyfel Modern Zamanların Simgesi adlı kitap bana hiç alın teri dökülmemiş izlenimi verdi. Ben, Enis Batur’un kitaplarını sabırsızlıkla bekleyen bir kişi olarak son birkaç eserinde ne yazık ki aradıklarımı bulamadım, hele Eyfel bardağı taşıran son damla oldu.
Enis Batur’un son eserlerinden Kütüphane’yi hafif bulmuştum. Sevgili Enis beni şaşırtıp adeta hayal kırıklığına uğrattı. Çalışma disiplinine hayran olduğum, olgun ve dolgun eserlerini övgüyle dile getirdiğim Batur’u ikaz etmek için konuyu ele alıyorum.
Sevgili Enis’e haksızlık etmeyeyim diye azami gayret gösteriyorum; ‘Gezi’ türüne dahil ettiği Eyfel’in herhangi bir yerine, bilmiyorum nasıl bir düşünceyle, kendisini katmamış! Bu nedenle kitap kişiliksiz ve kimliksiz bir kitap olmuş.
1970’li yıllardan beri Paris’e giden, orada oturup okuyan Enis, “Çelik Korseli Kadının Aile Albümü”ne hiçbir biçimde girmiyor! Bu biraz Batur’un kendini toplumundan soyutladığını göstermiyor mu?
Enis Batur’un gezi kitaplarının sıcaklığını çok iyi biliyorum. Çünkü onları en az iki kez okudum. Acaba diyorum, olumsuz, kötü bir zamanına mı denk geldi? Bence Eyfel’e ilk çıkışını anlatan bir anekdotuyla işe girişebilir, kısa sürede anlatım sıcaklığını ele geçirebilirdi. Anlatım ustası Batur için bu çok kolay olurdu. Nedense Enis, kendisini sıfırlayan bir kıyıya çekilişle hiç katkısı olmadan bir esere imza atmış.
Enis Batur, sakın ola ki iyi ve sağlam bir eser yarattım yanılgısına düşüp, eserlerime bir tane daha ekledim avunuşuna kapılmasın! Yanlış yolda, eser yaratmayı bu kadar hafife almasın, çizgi dışına düşüp haksız eser yaratımına kalkışmasın.
Enis, kitap oluşturmanın bu kadar ucuz ve şıpınişi olmadığını en iyi bilen kişi olmalıydı. Acaba diyorum aşırı güven mi Batur’u bu gaflete düşürdü? Eyfel hakkında bilgi almak isteyen kişi herhangi bir ansiklopediye bir dakikada ulaşabilir.
Enis Batur’u gerçekten severim, bu çıkarsız ve karşılıksız bir sevgidir. Bu sevgiden güç alarak bu yazıyı yazıyor, ikazımı yapıyorum. Ben Enis’in en kısa sürede yanlışından döneceğinden eminim.
Eminim, çünkü Enis Cumhuriyet gazetesine döndü. Kitap ekinde yazıyor. Burada “Pervasız Pertavsız” başlıklı yazılarını yazmaya başladı. Enis, sanıyorum en kısa sürede toplumsal sorumluluğunu görüp kendini toparlayacaktır. Bunu nereden mi çıkarıyorum? Küçük Kitaba Övgü, başlıklı yazısından…
“Baştan beri ‘küçük kitab’ın önemine inandım ben.” diyen Enis, burada başka bir şey söylüyor sanıyorum, 500 sayfada söylenen düşünceleri; 20, 30 sayfaya sığdıran özlü eserlerden söz ediyor. Onları yeğ tutabileceğini söylüyor. Yanlış anlaşılmasın bu nedenle boş, emek verilmemiş, fotoğraf albümü bile denemeyecek bir şeyleri kitap yapmaya kalkışır mıydı?
“Nitelikli okur nitelikli kitap ister, nitelikli kitabı nitelikli kitabevi okura sunar.” diyen sevgili Batur, nitelikli okur üzerine yazacağını notuna eklemiş. Şimdi sıra bana geldi; Enis’e soruyorum, nitelikli yazar yanıtlasın bakalım: 8. sayfada yaptığın gibi yapıp neden tüm fotoğrafları kronolojik sırayla tarihlendirmedin? Fotoğrafı çekenin ya da çekenlerin adları niye altlarına yazılmamış? Resimlerin altında neden yapanların adı yok? Boyutları belli değil, yapıldığı tarih yok! Bu durumda resimlerin renkleri gerçek renkleri mi? Neye, nasıl inanacağız?
Sevgili Enis yanıtla bakalım, bu kadar suyuna tirit kitap hazırlanır mı? Senin alın terin bu kitabın neresinde? Yanılgı içindesin sevgili Enis, yoksa çok okuduğun için yorgun argın mısın? Bir sözcükle geçiştirdiğin yazının anlaşıldığını nasıl düşünürsün? “Başlangıçta doğurduğu büyük tepkilere, yazdırdığı manifestolara karşın, yüzyılı aşkın bir süredir şairin, vs. vs… nin” sözlerinden sonra okuyucun soramaz mı? Ne manifestosu*, ne tepkisi, diye? Sen herkesin her şeyi bildiğini nasıl düşünürsün?
Sevgili Enis, Eyfel’ine, André Gide gibi: “yeniden okunmak için yazıyorum” diyebilir misin?
Enis Batur galiba yazmanın tadını kaybetti, bulamıyor bir türlü onu! Son kitaplarının içinde vasat üstü bir eserine rastlanmıyor. Keşke Eyfel yerine anlatı türünü seçip yine Eyfel’le ilgili duygularını, izlenimlerini anlatsaydı. Bir anlatı ustasına ne yapacağını söylemek ayıp kaçsa da ne yapalım ki Enis bizi buna zorluyor. Alın terini dökmediği bir kitap için, hayal kırıklığımızı söylemek niye ayıp olsun ki!
Dipsiz kile, boş ambar gördüğüm, Enis’in Eyfel’inden bir şeyler çıkarmak pek mümkün olmadığına göre, Batur’un dürüstçe belirttiği, Roland Barthes’ın muhteşem çözümlemesi dediği, Eiffel Kulesi kitabına dönüp bakalım bir kez. İyi ki adı geçen kitap bende var. Enis Batur’un Eyfel kitabında bulamadığım yanıtları bundan böyle Roland Barthes’ın kitabında arayacağım.
Not: Buraya kadar tüm yazdıklarımın noktasına virgülüne kadar arkasındayım. Dürüstlük adına şunu söylemek zorundayım. Tam yazımı bitirmiştim ki, sevgili Enis’in “Bulutlardan Yontma Kayalar” ve “Plati-Bir Ada Denemesi” kitaplarını gördüm. Amacım, bağcı dövmek değil, üzüm yemek olduğundan; aceleyle, aldığım kitaplara bir göz attım, birkaç yerinden birkaç sayfa okudum. Bizim Enis, tüm tadıyla karşımdaydı! Şaşırdım, sevindim… Adı geçen kitapları en kısa zamanda okuyup incelemek, eleştirmek boynumun borcu oldu…
Sonra bocaladım, yazımı yayımlayıp yayınlamamakta. Öyle sanıyorum ki, Enis bin dereden su getirip kendisini savunacak. Alın teri döküldüğünü sanmadığım Eyfel’in bana göre savunulacak yanı yok! Peki, Eyfel’in hiç mi olumlu yönü yok? Alkım Yayınları’ndan çıkan kitabın baskısı çok iyi, işte hepsi bu kadar! Sanırım sevgili Batur, ayrıksı bir şey ortaya koymak istemiş ve alın teri dökmeden konusuna adeta donuk durarak bunu gerçekleştirmiş! Ama umduğu olmamış!
* * *
Yeri gelmişken Roland Barthes’ın kitabından biraz söz edelim. Yazımızın kârı da o olsun. Eiffel Kulesi kitabı İyi Şeyler Yayıncılık’tan çıkmış, 1996 basımı. Çok kötü baskıyla, üçüncü hamur kâğıda basılmış. Göstergebilimci Mehmet Rifat ve Sema Rifat çevirisi.
R. Barthes’ın göstergebilim şaheseri Eiffel Kulesi 32, sayfalık bir kitapçık. 6. sayfada Eyfel’in, ikinci katın biraz üzerinden kesilmiş bir fotoğrafı var. Tam boy bir fotoğraf da kitabın bittiği 32. sayfaya konmuş, yakın çevreyi oldukça net almış. Mehmet Rifat’ın Sunuş yazısına göre, 1964’teki 1. basımda kullanılan André Martin’in fotoğrafları, 1989’daki 2. basımda aynı fotoğrafçı tarafından güncelleştirilmiş.
Ön kapakta göreni ilk anda şaşırtan bir desen var; ne ilgisi var diye kişiyi düşündürüyor. Şöyle ki; İstanbul Süleymaniye Camisi’nin siluetinin yanında Eyfel Kulesi… Ben, deseni şöyle yorumladım, Göstergebilimci Mehmet Rifat, Eyfel’in boyu ile Süleymaniye’nin minare boyunu en kestirme yoldan göstermiş: Aşağı yukarı Eyfel, minarenin boyundan üç kat daha yüksek! Kitabın arka kapağında, Roland Barthes ve kitabı hakkında şunlar yazılmış:
“Roland Barthes (1915-1980) …
Bu kitabındaysa, kentinin bir “düş nesnesi” haline de gelmiş o “benzersiz anıtı”nı ele alıyor ve okuru ister istemez şu soruyla karşı karşıya bırakıyor: Hangi tanık, konusuna tutkun olmadan, böylesi –dantelsi– bir tırmanışa kalkışabilir(di) ki?”
İçerde Mehmet Rifat’ın sunuş yazısında belirttiği üzere; Roland Barthes’ın (1915-1980) La Tour Eiffel (Eiffel Kulesi), ilk kez 1964’te, André Martin’in fotoğraflarıyla birlikte Delpire Yayınları’ndan çıkmış. Barthes’ın ölümünden sonra 1989’da ikinci kez, 1993’te üçüncü kez basılmış. Mehmet Rifat’a göre: “Eiffel Kulesi, bir (baş)kentte dolaşırken yalnızca sokaktaki olgu ve olayları görmekle yetinmeyip, çevresindeki anlamları fark eden, çevresindeki anlam çokluğunun ‘kokusunu alan’ ve bunları yaratıcı bir yazı sürecinde dile getiren ‘benzersiz’ bir deneme ustasının, ‘taklit edilmesi olanaksız’ bir ‘gösterge avcısı’nın ürünü olarak ‘ele alınmalıdır’; hem de R. Barthes’ın her metninde olduğu gibi, okurundan okuma çabası bekleyen bir ürün olarak.”
* Sanatçı Protestosu
“Biz, yazarlar, heykeltıraşlar, mimarlar, ressamlar, Paris’in bugüne kadar hiç dokunulmamış güzelliğinin tutkun âşıkları, değeri bilinmemiş Fransız zevki adına, tehdit altındaki Fransız sanatı ve tarihi adına, başkentimizin tam ortasına yararsız ve canavar görünümlü Eiffel Kulesi’nin dikilmesine var gücümüzle, tüm öfkemizle karşı çıkıyoruz Paris kenti giderilemeyecek biçimde alçalmak ve çirkinleşmek için, bir makine yapımcısının tuhaf ve ticari hayallerine daha uzun süre katlanabilecek midir? Zira, ticari Amerika’nın bile istemediği Eiffel Kulesi, Paris’in ayıbıdır, bundan hiç kuşkunuz olmasın. Herkes hissediyor, herkes söylüyor bunu, herkes derin üzüntü duyuyor bundan ve bizler de bu kadar yerinde bir telaşa kapılmış dünya kamuoyunun zayıf bir yankısından başka bir şey değiliz. Ve nihayet, yabancılar Sergimizi ziyarete geldiklerinde şaşırıp ‘Ne yani? Fransızlar o kadar övündükleri zevkleri konusunda bizlere bir fikir vermek için bu berbat şeyi mi buldular?’ diye haykıracaklardır. Bizlerle alay etmekte haklı olacaklardır, yüce gotik yapıların Paris’i, Puget’nin Paris’i, Germain Pilon’un Paris’i, Jean Goujon’un Paris’i, Barye’nin, vd’nin Paris’i Mösyö Eiffel’in Paris’i haline gelecektir.”
–LE TEMPS, 14 Şubat 1887–
Başkalarının yanı sıra Ernest Meissonier, Charles Gounod, Charles Garnier, William Bouguereau, Alexandre Dumas Fils, François Coppée, Leconte de Lisle, Sully Prudhomme ve Guy de Maupassant tarafından da imzalanan “Sanatçılar Protestosu”ndan alınmıştır.
|
İhsan ÜREN
19.10.2006
11337
|
|
|
|
|