Akatalpa’nın ilk sayısıyla birlikte verdiğimiz “Şiirimizde 1999 Ufuk Turu” ekimiz olumlu tepkiler alınca toplanıp üç ayda bir genç şairlere yönelik bir ek verme konusunda tartışıp anlaştık.
Demek ki uygulama aşamasına gelen düşüncemizi yerine oturtmuş olsaydık; Nisan, Temmuz, Ekim aylarında ufuk turu dışında üç ek daha verecektik. Nedense bir türlü bu düşünceyi uygulamaya geçiremedik. Geçirseydik; Sina Akyol’un duyarlılık gösterdiği, Metin Celâl’in cevap verdiği önemli bir tartışmanın bir tarafı da istesek de istemesek de biz olacaktık!
Sina Akyol, Varlık’ta tek seçiciliğe soyununca (amatör şairlerin) sorumluluk duygusunun ne yaman bir şey olduğunu anladı galiba! "Yırt gitsin! Bırak kalsın! Yolla gelsin! Yak bitsin!” havasından sıyrılıp görevini titizlikle yerine getirdi. Öğütleri tutarlıydı, izledik onları. Sevgili Akyol Varlık’ta Dolaylı Anlatımlar adıyla, serbest atışlı keyifli bir işe soyunmuş, biz de çok iyi bir düzyazıcı kazanmıştık! Gerçekten keyif verici iki yazı da yazdı sevgili Akyol.
Sanıyorum, sanatçı duyarlığı, tek seçici titizliğiyle çarpışınca vicdan terazisi bazı şeyleri sorgulamasını buyurdu Akyol’a... Bin bir emekle seçiyoruz, peki ne oluyor bundan sonra, dedirtti sonunda... Piyasa koşulları sevgili Sina, piyasa koşullarında ne oluyorsa o oluyor! Dağ başındaki Mozartlar doğmadan ölüyorlar ya! İşte öyle bir şey! Hiç üzülme Sina’cığım; bu piyasa her yıl binlerce Yılmaz Erdoğan doğurur inan olsun! Uykuların kaçmasın, daktilosu olmayan nev-heves delikanlılar da o dürtülerle bir yerden fışkırmazlarsa, bil ki başka bir yerlerden fırlarlar sevgili Sina. Korkma, sen cesur bir ırkın ahfadısın!...
Bugün Varlık, Adam Sanat, Kitap-lık, E dergisi gibi birçok dergi doğal olarak bir seçme yapıyorlar. Sanıyorum bu kıt koşullarda yılda 100’e yakın yeni şair arz-ı endam ediyor! Bir de eski şairlerle, birkaç tıfılı paçal yaparak işin kolayını bulmuş şiir tüccarları var! Fanzinciler sağ olsun, onları bilmeden bizler hortlattık! İstanbul geçilmiyor; elle, fotokopiyle, bilgisayarla yapılan fanzinlerden...
Metin Celâl, Sina’ya verdiği cevapla benim de bazı kuşkularımı ortadan kaldırdı. Zamanla kişilerin kafasında bazı sorular ister istemez oluşuyor demek... Benim de şiirlerin dergide sunuluş biçiminden kaptığım bir gıcık varmış, o, gün yüzüne çıktı! İyi de oldu. Bu yazı kaçınılmaz olarak Sina Akyol yazısına dönüşmeye başladı imdat, aman...
Ben asıl, genç ya da yeni şairlerin üzerine yazmak istiyorum burada, ama elde hiçbir şey yok. Çoğunun yaşını, yöresini, eğitim, öğretimini bilmiyoruz. Ayrıca genç diye emekli şiir tutkunlarını, bu alandan başarıyla uzaklaştırdığımız söylenebilir mi? Şiirleri için yaşını bilmediğimiz kişiye ne diyebilirsiniz ki? Söyleyeceğimiz sözün hedefini bulmasından kuşku duyarken keskin ne söyleyebilirsiniz ki? Mülayim davranmak ne derece doğru olur, tartışılır? Bakın Varlık’taki seçmelerde çok sıradan kişiler, hoşgörü nedeniyle araya giriyor sanıyorum.
Kitap-lık dergisinde böyle olmuyor. Yeni diye ortaya sürdükleri gençlere neredeyse saygıyla yaklaşmak gereğini duyuyorsunuz. Demek ki şiir seçip yayımlama işi de bir kalite sorununu ortaya çıkarıyor ya da bu hep böyle olmalı değil mi?
Genç nüfusun toplumun önemli bir kesimini oluşturduğunu çok iyi biliyoruz. Şiire ilgi azalıyor diyorlar, sanmıyorum çünkü veriler hiç de öyle değil. Sina, bir aylık sürede yalnız iki dergide; 7/8 yeni addan söz edebiliyor. Mehmet H. Doğan’ın, yılda 15-20 yeni kişiyi alıyor yıllığına diye az dedikodusu yapılmadı!
Yılda öne çıkarılan yüz kadar şair adayını dergiler listelerine alıp izlesinler... Ben öyle yapıyorum... Ayrıca ilk kitaplarını da eksiksiz denecek biçimde izliyorum. Burada onlara ne denli değineceğim pek belli değil ama... Birkaçına söz düşer, sanırım!
Bu seçki, 2000 yılında çıkan 55 değişik edebiyat-sanat dergisi taranarak yapılmıştır. Adlarını anmak çok uzun sürer. Bu önsözde yer bulamayız onlara...
Biraz da yeni şair fabrikalarına, yani dergilere göz gezdirelim... Şiirin tezgâhı dergiler, ben dergi sayfalarından geçmeyen şaire, şair demem.
Metin Celâl; E dergisinde önemli bir iş yapıyor... E dergisi bana göre asıl bu yönüyle sivrildi. Örneğin Uğur Aktaş bana şiirini özletiyor. Çok iyi bir yoldu. E dergisinde yayımladığı üç şiiri var, hepsi başarılı şiirler : “Seferi İktidar”, “Ormanda Kaybolanların Soykütüğü”, “Mağarada” bunlardan... Üç aylık gençlik sayılarına alacağım E dergisi kaynaklı şairler şunlar olurdu : Mustafa İbakorkmaz, Selahattin Yolgiden, Ali Duman, Ertuğrul Meşe, Sadık Karlı, Aslan Özdemir, Burçin Ak. Demek elemeler yapılıyor. Metin Celâl, neye güvenerek zarını seçtiklerinden yana atıyor. Bu o kadar kolay mı? Bünyamin Küçükkürtül’ün kumaşı çok sağlam! Şener Özmen adı hiç yabancı gelmiyor? A. Galip : Birkaç dergide adına rastladım. Vasat üstü, ama her an aldatabilir! Tetikte olmalı! Soner Sancaktepe, tehlikeli. Kitabını gördüm korktum, meğer bilmediğimiz ne cevherler varmış! Değeri kendinden menkul! “Kuka” adlı şiirini beğendim. Zekai Bostancı!... Otuz kırk yıl önceden fazla şeyler söylemiyor. Dirilirse hortlak olur! Yine de saygımızı eksik etmeyelim. Çünkü yapılan saygıdeğer bir iş. Mehmet Erte’ye mim koymak gerekir, kaybolmasın diye! Onur Babanoğlu, Ferruh Bakır, Bahtiyar Kaymak, Hülya Karaaslan, Ilgım Veryeri, Adem Yeşilyurt... ve bir de Fatma Nur. Gerçi Metin Celâl’in seçtiklerinden değil ama, bence bir başka açıdan Longuzlar / Akıntılar şairi çok önemli. Yaşar Miraç’ın yerelliğini değişik kullanan başarılı bir Karadenizli. Kimse bunu işaret etmedi. İşte bu noktaya dikkat çekiyorum! [F. Nur’un Yeni Biçem’de de birkaç şiiri yayımlanmıştı.] Adem Yeşilyurt, seçkiye aldığım, seve seve aldığım bir ad, ama bana en iyi şiirini almamışım gibi, tedirginlik veriyor! Yaz tatilinin avareliğine verin n’olur.
Metin Celâl, saydıklarımı dikkate alırsak çok başarılı sayılır, %80’in üzerinde isabetli sayılır ki bu çok yüksek bir yüzdedir. Şiirini değerlendirdiği şair adayları güvenilir bir kişiye başvurarak ilk adımlarını emin olarak atabilirler, gayrisi onlara kalmış. Sakın ola ki şiirden para kazanırım hayalciliğine düşmesinler, öğrenimlerini aksatmasınlar. Bu da bizim unutmamamız gereken uyarı görevimiz. Sakın ha!...
Uç dergisinin 6. sayısı, beni her baktığımda coşturuyor, ama ne eksik bu coşkuda bilemiyorum, sonu buruk bir coşku! Coşkunuza katılan az olursa, burukluk mu yaşanır? Neden doğru dürüst çıkaramıyor, pazarlayamıyorlar bu değerli dergiyi anlamıyorum? Nur Saka’nın “Eylül Yavrusu”, Mehmet İşten’in “Do”su, Öznur Karayakan’ın “Mumdan Işıklar”ı, Mehmet Atak’ın “Dil Tengi, Dil Teşne, Dil Zinde”si, Abdullah Eraslan’ın “Söylenti”si, bilinen şairlerin dışında başarılı bulup bu seçkiye alınmak için beni zorlayıp kışkırtan şiirler inanın...
Varlık dergisinde C. Hakkı Zariç ilgimi çeken, ama tedirgin yaklaştığım bir ad. Ramazan Tekinel olur mu? Bilemem?
Genç şair seçmek bir cehennem, aslında seçki işi bir cehennem. Şiir dergilerinde üç beş yıldır görünenlerle, ilk şiirini yayımlayanları paçal yaptım... Günahı, terlemesi, titremesi, pişmesi benim payım... Sormayın, zaten yerim kalmadı, nedenlerimi sıralamak için. Birçok etkenle bu tercihleri yaptım. Siz, soruyu benim adıma kendinize sorun. Böylece varsıl bir serüvene açılırsınız. Sevgili Meteorlarım, yanın ve ışık saçarak yol alın... şiirler ola!
SADIK YAŞAR (1959) :
Silifke doğumlu. Islık dergisini çıkarıyor. 2000 yılı Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nü aldı.
Sina Akyol, Veysel Çolak, Hilmi Haşal’ın övgüsünü aldı Yaşar. Benim bazı kuşkularım var. Veysel Çolak’ın günlük yaşamdan imgeler dediği yerde bu kuşkularım. Bana yama gibi geliyor bazı imgeleri... Uyumsuz imgeler yığınına bir anda dönüşüverecekmiş duygusu veren, daha doğrusu tedirginliği yaratan imgeler.
Evet, bu şiirler belli bir ustalık gerektirir, bunu fazlasıyla yapıyor Sadık Yaşar, ama biraz sallapati yapıyor!
BEN GİTTİM
güttüm yeter
peşimi sil gel
tam yol acı
kokun sancı senin
dokunsam dinlenir
sayfada yüzün
güneş hep doğar
damarda çürüme sesi
kuşluk hazır
uslanır tenim
ben gittim
yol teslim
yankılanır sevgi
sesin genişler boşa
aşkı bağışlamazlar
soluğu kısa kuşlara
(Güller Hattındayız kitabından)
NAFTALİN
koyup gittiniz neyi
yazacağım şimdi böyle
üst üste susmalıyım
katlanıp kendime
açmayın kamaşıyor gözlerim
koru yollardan nice göçlerden
naftalin sorma koru
gecenin sorusu
geceye aittir kıskandırmak içindir
dolaplar
arzunun kadife yüzüne kendimizi
ver elini
katla beni verevine
bekleteyim ayakseslerime kendimi
(Güller Hattındayız kitabından)
ŞENOL GÜREL :
İçtenliğin naifliği parıltısını gösteriyor. İçtenlikten kaynaklanan sıcaklık da dalga dalga dağılıp kötü tekniğin tüm aksaklıklarını yeniyor. İyi bir şiir çıkıyor ortaya! Bu yıl aynı dergide yazanların arasında sivrildi Gürel... Güzel Yazılar 4’te “Tap” ve Türk Dili Dergisi’nin 78. sayısındaki “Kavuşmak Vardır” adlı şiirleri başarılıydı.
Somuttan somuta yapılan benzetmelerle kurulan imgelerin etkin gücünü, Şenol Gürel’in şu değme güzelliklere değişilmeyecek müthiş söyleyişinde görüyoruz :
“ çocuklar
bardağa ne doldursalar
taşırıyorlar
su
hava
bulut”
Bu şiiri, bir de naif gözle okuyunuz :
GELİP GEÇİCİ
-Arzu’ya-
gülen çocukları
elma ağaçlarıma dadandırdım
elma ağaçlarımı
gülen çocuklara alıştırdım
çocuklar
bahçemize giriyor
bahçe büyüyor
çocuklar
ceviz ağacımızı taşlıyor
ağaç ışıldıyor
çocuklar
civcivlerimizi kovalıyor
civcivler serpiliyor
çocuklar geçiyor
penceremizin önünden
yanakları pupa yelken
aralandıkça dudakları
saydam çığlıkları patlıyor
penceremizde
çocuklar
bardağa ne doldursalar
taşırıyorlar
su
hava
bulut
çocuklar
ışıldayan ne olursa
aşırıyorlar
gülücük
sevgi
yeşil erik
çocuklar
kokuşmuş ne görseler
şaşırıyorlar
yalan
çıkar
ikiyüzlülük
çocuklar gelip geçiyor
penceremizin önünden
gelip geçiyor çocuklar
(Türk Dili Dergisi 76, Ocak 2000)
ÖZLEM TEZCAN (1972) :
1972 Edirne doğumlu. Kastamonu’da edebiyat öğretmeni. Yaşar Nabi Nayır Şiir Gençlik Ödülü’nü Alphan Akgül’le paylaştı. Ayrıca bu yıl sekizincisi düzenlenen Ali Rıza Ertan Şiir Yarışması’nda birincilik ödülünü aldı (2000).
Her yıl 20-30 yeteneğin boy gösterdiği şiir dünyasına; iki ödülle girmek çok önemli, ama işi kat kat daha zor. Hiçbir şey bitmedi, daha yeni başlıyor.
Diri olmak, sürekli olmak; ama asla yarış atı olmamak! Çünkü sayısız dergiden sayısız istek gelebilir, aman dikkat!
YAZ OLSUN ŞİMDİ
Yatılı kızların izin sevinci
Kısa kalır hemen gidersen
Tüm konaklar satıldıysa gönlünden
Saçlarını örmediysen çocukluğunun
Bal süreriz umuda yaralı atım
Öptüğün yerler kanamaz, değince sesin
Giden hep sendin
Trenleri seven ben
Göçmen kuşum derken bir düşün
Yalnızca bir tabak daha
Koyabileceğim akşam yemeklerini
Ve yatıya gelen dolunayı
Düşlerimden gizlediğimi bilirken
Yaz olsun şimdi gelsin otobüs
Yıkılsın yalnızlığın imparatorluğu
Leylakların saltanatı çok sürmez
Nasıl olsa iyileşir yaran
Çabucak geliverir
Okul dönüş vakti
(Varlık 1114, Temmuz 2000)
SERAP ERDOĞAN (1975) :
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’nü bitirdi. Nektar Şiir Ödülü’nü aldı ve 1998 yılı Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nü Hüseyin Köse’yle paylaştı.
Anıtanrıça adlı bir şiir kitabı var.
PÖRSÜYEN
... ankara’yı izmir’e bağlayan devlet
anıyolu’nda olası tüm kazalara...
göndermekle dinmeyecek mektup yırtığı sesimde
sessizlik kent çabuğu bir makasla
dokunsun diye pas hızında diline,
içimin bülteninde yüzün koyu bir manşet...
ses “bekleme yapılmaz” haliyle
dökülünce bir ucundan asfalta
boşlukları iyi değerlendirilmiş
kağıtlar gibiyim elinde...
tersini kullanıyorum susmanın
dokunmayı tersinden başlatıyorum mektuplara
yazarken hep birlikte kokacağız demek
rengini silgilere bekleten yanılma akşamlarına...
şehirler böyle de kapanır adına
keskin bir zarf ağzı
bulunca tut/kal...
elyazını taklit eden
tiz bir vedayı çürürüm ben
yaşamın buz olarak kırıldığı yerde...
pul, yaradır kayıp bir mektubun teninde...
(Şiir Odası 4, Nisan 2000)
ALPHAN AKGÜL (1974) :
1974 İstanbul doğumlu. Mimar Sinan Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nde okuyor. Şiiri V. B. Bayrıl’ın ve Osman Hakan A.’nın etkisinde çok kalmış. Bilinçli bir tercih mi? Bilinmez! Bilinen, kendisi bu etkiyi yadsımıyor, kan bağından söz ediyor. Bence çok yüklenmeye gelmez. Ama işi çok zor. Çünkü göbek bağı, hatta ortak yaşam söz konusu olduğu için, her çizgisi izlenecektir! Kendini tez vakitte bu meşum ilişkiden kurtara...
VEDÂ
anımsa sendin unutan
ürperen beyazı suya
susup öylece bırakan
biri seslerle uyanırsa
demek uykuda öteki
anımsa bendim rüyada
kalan sözleri topla
usul usul şiirleri
bir konuk gibi ağırla
nerde pusula... orman...
biri böyle kaybolursa
anımsa bendim kaybolan
dedi : kimi çağırsam
suyun yazgısı sudan
‘erir kayıklar mumdan’
unutsam yola çıksam,
aşklar böyle okunursa
anımsa sendin okunan...
(Varlık 1114, Temmuz 2000)
SEYHAN GEMİCİ :
Piya Yayınları’nda bu yıl Ladin adlı şiir kitabı çıktı.
(***)
III.
Ayliye Tepesi’nin yıldızı
neden gitmez dağlar ardına
orada bir insanın var der mi
o yüzden mi gitmez samanyoluna
yıldız kümelerine
IV.
bilirim gümüş yataklarını vadimin
Bizans Atina boyunlarını süsleyen
Halt Mirasını
daha mı değersizdir
bir maden gibi yığılan düşüncem
bir elma ağacının altında
V.
elma bu
akılla olgunlaşmaz
VI.
Pontili Platus sorar Eşua’ya
–Hak nedir?
dudakları aralık Azize Teresa
çok istemek nedir
Karadağın Meryemi Oros-Mela
sen söyle
bir insan neden sevilir
(Kunduz Düşleri 4, 2000)
MEHMET İŞTEN (1966) :
Çanakkale’de doğdu. 1984-1991 yılları arasında Balıkesir’de Türk Dili ve Edebiyatı okudu. Bu dönemde Siyanür adlı edebiyat dergisini çıkardı. Tunceli ve Kırıkkale’de yaşadı. Geçmiş yıllarda Broy’da, Cenin’de, İzlem’de, Olmaz’da şiirleri yayımlandı. İki yıldır İstanbul’da yaşıyor. Uç’ta şiirleri ve metinleri yayımlanıyor.
İKİ KİŞİ İÇİN SUÇ MÜZİĞİ
beğenmeyenler olacaktır ama ben ukala bir ömür çıkardım işte
[şapkamın içinden
kıvılcımın yangına dönüşme arzusu belki, içimdeki bütün körlere
[çelme takma isteği
her kadının kokusunu ayrı ayrı duymam, her otobüste kavga
[çıkarmam belki hep bu
göz altlarımı çizdiğim kemik saplı çakıyı nehre bıraktım
bileğimdeki kaşıntıyla kendini ele veren kanın çağrısını
çocukken dinlediğim bir masalla yatıştırdım
işte bir çentik daha dünyaya upuzun kurt bakışlarımla
size de anlatır belki gecemi üzgünlüklerle dolduran rüzgâr
martılara hikâyeler anlatarak sakinleşebilen bir adam olacağımı
[bilmeden sonunda
–hikâyeler, akşam oldu mu meyhanelere deniz iklimi taşıyan
[balıkçılara dair–
ve yaşadığım kentin yaşadığım kent olduğunu duyumsamadığım için
bana oldukça kızan şair arkadaşlarıma kabadayılık taslayarak
ve kolay harcayarak öfkeyle biriktirdiğim her şeyi
yol üstünde sızmış sarhoşların üzerinden sevinçle atlayıp
denizlere koşardım yazılardan korumak için gözlerimi
üzerimi böyle kanser bastığı günler
kaskatı kesilirdim acıdan mı sevinçten mi tam ayrımsayamadan
hikâyeler yazardım,
hikâyeler; savrulmuş hayatların vesikalık fotoğraflarına dair
beğenmeyenler olacaktır ama ben çocuk düşlerimi sattım büyümemin
[karşılığında
şehrin tükürdüğü, kentin koynuna aldığı çocukların anlaşılmaz
[lehçelerinden
bir aksan yaptım kendime
bir aksan... yerli!.. bir aksan kusursuzca asi!
konuşmasam o saat yok olacak, bir doksan boyunda, çekik gözlü bir
[aksan
ve onunla sevdim seni, onunla yazdım sana kimi mahcup şiirlerimi
kimse bilsin istemedim senle ben arasında gerili, gerilim hatlarında
rüzgârın her dokunuşuyla vınlayan o arkaik şarkıyı kimseler duysun
[istemedim
sustum yıllarca, koyuldum ve usanıncaya dek kendimden
yoruluncaya dek saklandım yağmacı ilgilerinizden
kentin bütün meydanlarında
bir çentik daha dünyaya upuzun kurt bakışlarımla
hava soğuk, bütün kaldırımlardan yalnız insanların kokusu yayılıyor
kimi yaraları kaşımak için dört tırnağını uzatan adamlar geçiyor
[yanımdan
sabaha ucuz parfüm kokularını yayan falcı kadınlar
öpüşmenin ilk tadını sokağa yayan çocuklar geçiyor sonra
derken işçiler gözleri kızarmış bir şairle çarpışarak
ve sanki bunu bir işaret sayarak güzel günlere dair
birkaç dizeyle sersemliyorum iyice
hainlerin bile ağlamak için bir omuz bulabildikleri
bir dünya özlemi
yakıyor içimi
(Kitap-lık 42, Temmuz-Ağustos 2000)
CEM İNALTONG (1971) :
Eskişehir doğumlu. ODTÜ Matematik Bölümü mezunu. Daha önce Sanat Dünyamız, Adam Sanat, Şizofrengi dergilerinde yazıları yayımlandı.
AŞİKÂR BEDİZ, AŞİKÂR...
“man muss Flügel haben, wenn man den Abgrund licht...”
Nietzsche
Onun yüzüne bakıyorum bir sonra ölümün,
çeviriyorum kendi yüzümde yer gök düğüm...
Ölüm mü çıkaracak dizeler arası coşkumu gökyüzüne?
Yoksa ben hiç bilmeden dili, coşkunun hiçbir hecesinde
mavilikleri bilmeden ve seken taşların hiçbiri okşamadan
deniz gibi saçlarımı,
hiç bilmeden mi yani rahmimde büyüyen gizi
düşmüşüm dudaklarına?
ölüm mü çıkaracak yoksa dizeler arası
coşkumu yeryüzüne?
Aşikâr Bediz aşikâr...
Öldüğüm ve yaşamın bende ölüm
gibi bir yuva kurduğu aşikâr...
Düşmüşüm ateşler içinde, inmişim dudaklarına;
ya da indiğim bir efsanede geçer ya,
o ateş binbir aşktan
süzülerek sızsa da toprağıma, yüreğime
gökkubbenin yürümeyi bilmeyen yıldız gözlü
sözleri de batsa, elim kolum o düşmenin içinde
tarihin zindan-
larına vurulur da
bir
bir
yanamam yine dudaklarında!
Aşikâr Bediz aşikâr...
Yandığım ve geçtiğin her sokakta
ayrı bir renk olduğum aşikâr...
Oysa ağıtlar tutamaz beni, bu da aşikâr...
Ben bende bir mısraya nokta
durur,
“Yenildim galiba... Yüreğim boş, beni seven kadınlar bedbaht,
yorgunum...”
sabahın askısından hep soğukları seçerim rengime.
Seçerim ya, önce erkek, sonra kadın, sonra ikisini
de tanımayan bir çocuğun ağzıyla çıkarım
sahneye : Yeşerecek ne varsa işte
çıldırmışçasına atar kendini özgürlüğe...
Ölüm mü çıkaracak yoksa dizeler arası
coşkumu yüzüme?
Aşikâr Bediz aşikâr...
Ben aynanın kırılmaz özü ve öteki
gidip gelip bakan...
(Kitap-lık 39, Ocak-Şubat 2000)
UĞUR AKTAŞ
MAĞARADA
dışarıda Gece Deniz Gündüz Irmak bir Su dolanır
kan birikiyor
karanlık uzadıkça çürüyor
külle ovup eskittiğim elim
oysa ilmin geldiği yeri bilendim
bir rüzgâr gidiyorsa terkisinde ben
ben ağlatırdım göğü bilir misiniz
kuşu doyuran ben.
kav benim
yangını çıkardığını söyleyenin olsun alev!
insanın nereye giderse ihanetini de götürdüğünü söylediler bana
külünü ve yüzündeki sızıyı da
buradayım. burada olmam söylendi yağmurlarca
kendimi sakındığım yeryüzü, bozkır, çöl mesela
adıyla çağırmamı bekledi yıllarca
kan ya bu hani, akar ya
akar da birikir ya avuçlarımda
insanın nereye giderse kanadığını söylediler bana
uyuduğunu ve denize baktığını da
kan birikiyor, deniz çekiliyor, uyku uyunuyor
karanlık uzadıkça
karanlık uzadıkça
tırnaklarımdan fışkıran veba...
başka türlü niye gezdirmesin ki insan ihanetini
kalıyorum mağaramda
yangın yanar, her yanım Anka!
(E Dergisi 16, Temmuz 2000)
ATAKAN YAVUZ
SABAN BULANTISI
Önce ayaklarımı çıkarıyorum uykudan
bir piyanoyla kutlu ayaklarımı
ağzımı giyiniyorum sonra, yani yaşamaktaki
sesimi, parmak uçlarımı
sözünü kesiyorum geveze bir çağlayanın
ki gök ağdıramıyor benim maviliğimi
yani kirli ayaklarda bir piyanoyu çalmanın
Kuşlar,
büyüyen karnını okşuyorlar sabahın
ne tuhaf herkesin bir kucak odunu
alıp koşması kendi yangınına
bir de hiç unutmuyorum
şu bütün tersanelerine girilmiş kadını
O hep serinlik çıkınca giderdi sesini çapalar
Otların dükkan açtığı yere kadar
gider morluklar, bağırtılar katardı sesine.
Kuşlar,
hınzır bir ıslığı döküyorlar koynuma
ve işte etiketler havlamaya başladı camlarda
çalar saat adama ateş ediyor
uyanınca
ben de ikibüklüm herkes gibi
şehre doğru sürüklüyorum
kendi cesedimi
Örneğin şu sokak
fazladan bir intihar saçlarımda
belki bu yüzden her şeyin sebepsiz uzaması
bilmiyorum
ey durmadan borçlu çıktığım güzel gözlü çocuk
hâlâ kalabalık mı gözlerinin çarşısı
(Uç 6, 2000)
ERCAN YILMAZ
ÇEŞMEMİZ DEHLİZ
sen bir tapınaksın. ciltsiz
utancın tenhalığında
ve gizli yolun
ben
köleliğin diliyle
konuşan gölün unuttuğu
gözler
geçmiş yazın
kök boyaları
örtüyor
giz delisi buhur
her şeyi kendiyle
çeşmemiz dehliz
sen bir tapınaksın
sen
yankılarla yıkanan
ve ben gizli yolun
kitaplardan kovulmuş
ipeğe dokun
sebepsiz
ve eğir sonra
ipeğe dokunuşunu
buhurumeryemden evvel/sin
yaz kakmalı deniz
gömme dolabı
mutlu günlerimizin
‘zevrak-ı derun’
her cinnet bir ayin
içgüdü fırtınası
evcilleşti günahla
meddücezir yağmalansın artık
ki lal kesiliyor her şey
lal
kim tapınak
(Est X Non 4, Mayıs-Haziran 2000)
EMRE BARCA D.
KUYU II
tül, kendini bana kanatan üstüme katlanan afrodizyak
kendime dağılan şüpheyi kuşatan intikam, büzül.
döl. ve kibar bir suyla karanlık bir ahlâkın izdivacı
yenidoğan buzul çocukla, o uzak göl.
dul. saman çöpleriyle aklımı karıştıran meryem
kem göz olurum tenine, sen mor gelinlik bul.
buzul. ve aklına ilmekler attığım vücûd
ben kâbe’de nem olayım, sen tahtıma kurul.
(Est X Non 4, Mayıs-Haziran 2000)
FUNDA TUĞRUL :
Geçen yılın, ilgi çekmeyen şiirinden “Büyük Uyku Evi” ile önemli bir sıçrama yaptı. On bir bölümlük bu şiirinin birinci bölümünü buraya alıyorum. Ayrıca daha iyi bir yargıya varmanız için; Varlık’ta çıkan “Ara Zaman” şiirini de ekliyorum.
Bağışlarsa; yaşını, başını da bilsek iyi olur!
BÜYÜK UYKU EVİ
1.
hayatı elemek için
yanlış sorulardan yapılmış bir eleğim var
dünyaya bakan dilsiz bir meraksızlık kulesi
kefene sarılmış, canlı çığlıklardan yapılmış uyku
zaman çok oynadığımız için küstü
dil bize, dokunmak bize, hissetmek bize küstü
uykuda ve uyanıkken soluduğumuz
nefeslerin ölüm çağrısı
yalnız olmuyor
bu yaşam artık bana dokunmuyor
dokunamaz, çünkü üzgün duruyorum
oluştaki cam duygusunun hesabını kim verecek hayatıma?
yaprak ölüyorsa,
deniz ölüyorsa, gökyüzü...
bir insan, durup, katlanıyorsa
artık sadece özlem ve yokluk anı olabilir zamanda
(Defter 39, Bahar 2000)
ARA ZAMAN
soluğum kesildikçe, gülümser sesim
gittikçe olanaksıza tutunurum
dinlediğim şarkıları anlatamam
bu hayat tek kişilik : biz
bir yanım acırsa her yanım ağrır
giderse bir yanım uçurumlara
canım kimsesiz
suyla yıkanamaz
ara bir zamanda görünür olur
bütün mektuplar sahipsiz
sadece ninniler söyleyeceksek
bir şeyler artacak mı hayattan?
hayattan artakalan
kırpıntı olmazsa?
ya da bir çocuk, sudan kovulmuş bir martı bulursa?
su bulursa?
(Varlık 1113, Haziran 2000)
EMEL GÜZ (1974) :
Kayseri doğumlu. A. Ü. Hukuk Fakültesi öğrencisi. 1998 Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü’yle, 1999 Arkadaş Z. Özger Şiir Jüri Özel Ödülü’nü aldı.
Dergi, Güz’ün şiirini; yorucu, acıtıcı, şifreli diye yorumlamış. Biraz da kılçıklı deseydi yoruculuğun nedenini söylemiş olacaktı! Ama sevimsiz ezberlenecek hukuk maddeleri arasında huzur dolu kafayla nasıl şiir yazılır ki... ?
GÖVDE KATRAN
nesne olacağım...
bunu bilmiyorum...
gövde katran duygu bozuk siren sus!
siren sus! siren sus! 4 defa sus!
dizede uzayan inanç uyutmaz yazmayınca
beni kes... beni kopyala... beni duvarına yapıştır...
tarih karışsın obsesif
oldukça kederlisin
kendimi sayıklıyorum
bir siz duymuyorsunuz!
siz hiçbir şey yazmıyorsunuz!
çirkin zamanda kısacık iz gövde katran
durgun suyum yakışıyorum da ölümünüze
gibi’yi kaldırıyorum
buğunuz silinince söktüğüm hiçliğimi
deftere yazılırken dikiyorum kurdele çocuklarca
çizil kenar süsü! çizil kenar süsü! 1 defa çizil!
kaç kez sordum kaç zaman beklediniz
şimdi neye geciktim?
yüzümde buğu gövde katran
karıştır rengini gözlerimizin
sözcükler geceyi daralttı obsesif
oldukça kederlisin...
nesne olacağım
bunu bilmiyorum...
nesne olmak istiyorum!
(Şiir Odası 6, Haziran 200
ILGIM VERYERİ
JAPON
Kırmızı Japon harfleri geçti ağzından.
Emaye göğsüme düşüp ses çıkarttı.
Fısıltılar...
Durdu ve bekledi.
Şeffaf bayrak,
yukarıdan aşağı inen bir ferman gibi
ayırdı ikimizi.
Geldiğimiz uzak yoldan tahriş olmuştu :
ayaklarımız, ellerimiz.
Bir haiku kadar yavaş ve çabuk...
Beni öpmedi.
(E Dergisi 15, Haziran 2000)
KEMAL VAROL
TANRIM ÖLDÜR! –III
aldığım lanetin uğruna yanan güneş söndü
özür borçluyum sırattan geçerken incittiklerime
borçluyum sırasını bozan her çocuğa
ama işte ben!
dünyaya selam durarak yürüdüm her adımda
yutkundukça kalbi acıyan bir ben kaldım
yine de üstüme kapanan hangi taş neyi örter
sokaklar hangi gülüşümden mustarip, bilmem
ama bilirdim uzun bir sayfada kara olmasam
ah! yine de unutulmuyor alınmış bir ah
boynumdan öpenlerin selamıyla bitirdim sözümü
oysa kimsenin sırrı yok
herkes kendi ömrüne recâ
avuç avuç gezer de bulamaz bir çıra
böylece bir kez daha ördüm duvarımı
bir kilit taşı tutuyor tüm sırrı, şimdi ağlasınlar
kimsenin su kadar mes’eli yok :
eğildim kuyuya, bir yudum dedim, herkes için
dedi : kan doluyum, sırrını verdin çünkü bana
keşke bir söz daha etseydin
belki şiir olur yazılırdım sana
ah! kalbim kir tuttukça kin döktüm
tanrım öldür!
(E Dergisi 11, Şubat 2000)
ÖMER AYGÜN (1975) :
İ.Ü. Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı bölümde yüksek lisans yapıyor. Şiirleri Beyaz ve Mediterraneans dergilerinde yayımlandı.
DALGA...
Dalga, bir dalga yabani otların sıcaklığından geçen
Bir dalga, sürüklenen çayırların arkasında kabaran
Ot, kendi kendine çıkan
Odunu ısıran alev
Alıyor alevi el
Mutsuzluktan
Dalga duman, en derin derin
Uğuldayan göz kamaştırıcı
Döne döne sarıyor atardamar gibi
Bütün çalışkan kolları bacakları
Göğüsleri boğazları kanatları koşuları çabaları
Debi,
Sıçrayan köpükler ve sinekler,
Hıçkırıklar, yabani otların sıcaklığından geçen,
Katılan bir gürültüyle
Alçalıyor artık sessizliğin buzdan köprüleri
Yatıştırıyor nabzın basıncını en hararetli kanat çırpmaları
Toprak ağaç
Bazı aylar
Bazı günler
Hareketlenen gerçek bir sürü, ormanda
(Kitap-lık 40, Mart-Nisan 2000)
ADEM YEŞİLYURT
ARINDIM YARAMDA
Fazlaydınız, buz dilime değerdi.
Çokça sırt çokça baca, ve ense.
Rüzgâr söze koyulur taş arınırdı.
Çocuk derimden rüyama sızan
Kara adımlardı, ölüme yakışan töre.
Fazlaydınız, ve gelip beni buldunuz.
Mevsim; o uluslar hukuku, doz ve yara.
Bir çiçeğin akşamı seçmesi benim yerime.
Susku’nun dekoru. Ter; çabamdaki erdem.
Kısaydı tüm ilkyardım sözcükleri ve
İnsan yalnızlığı gevezelikti kendine.
Ama anımsadım, uyuduğum da olurdu
Ten, donmuş bir su gibi susardı yataklarda.
Fazlaydı her şey, çokça siz, im’deki güz.
Önyargısız genişlikten fitne köşelere bir son.
Kapandı kapıları ovalara açılan etimin.
Ayvaz ve temrin. Ateş rahlesiydi cesaretin.
Duvar duvar duvar, ses ölüsü engelim.
Dilimdeki kir, göğsümde tırpan. Azalsın dedim
Artık... Susmakla başlıyor çoğul yitimlerim.
(E Dergisi 15, Haziran 2000)
ÖMER SERDAR :
Şiirin büyülü anahtar sözcüğünü Serdar yakalamış : “Şakak”...
Kültürümüzün köklerinden mi kaynaklanıyor acaba, bu sözcüğün esrarengiz, vurucu çağrışım gücü?
YA DA
bu dansı lütfet gece uyansın
y a ğ m u r a
bir rastlantı değil vurması
mavi dili şimşek yalazının
gece yarısı
şehvetin kaçırdığı bir uyku
almaya geliyor seni
ne sevgi ne aşk
değil bu
insancıl bir kan davası
dökmeye geliyor
ş a k a ğ ı n d a n
bir gecelik ölümü
kan yatağına
öl öl diril
bedenin dayanır buna
yazgın mıhlı değil mi
leylak kokusuz bir bahçeye
ı s l a n
bu dansı lütfet gece uyansın
gürleyen bulutlardan
boyun eğ yağmura
y a da ;
y a ğ m u r a
ş a k a ğ ı n d a n
ı s l a n
(İnsancıl, Temmuz 2000)
ERDA HAR :
İri sözler etmekten hoşlanan, bunun için de durup dururken; “Deve, Fil...” diye bağıranlardan!..
Türk şiirinde tek olduğunu sanıyor kendisi ama, düzeyinde binlerce kişi var, iyi ki! Ne yapardık sonra? Şiirsiz kalırdık! “Kişi haddini bilmek gibi irfan olmaz” derler!
Beğenmedim, kendisiyle yapılan söyleşiyi! Çok eskilerde kalmış bayat taktikler onlar!.. Ya da kötü takdim !
Tavsiyem çok şiir okusun, şiirimizin nerede olduğunu bilsin! Sevimsiz olmasın, gittiği yolu görsün!..
YÜRÜYÜŞ
bir
“erzurum dağları”ndan başladım taşları çiğnemeye
ardımda dağlar bırakıp ardıma düştüm
bir iğneyle acının kuyusunu deşen kadının ağlamasını
ağlayınca burnunu gömleğine silmesini görmezden geldim
göçü bilenlerin kederinde toprağı
bıçağı tutanların elinde ateşi gördüm
unutulur sandım unutamadım
boğulurken buldum gözlerimi
iki
her gördüğüm denizde cehennemler saklıydı
ve kışkırtılmış kelimeler
çıplak ayaklarımla geçtim cehennemin kıyısından
ateşten tohumlar bıraktım beynimdeki çatlağa
yürüdüm bir kuyunun başında durdum
ve bekledim gördüğüm cehennemleri kusmak için
her şey ben bekledim diye oldu
alnıma dayadığım jilet
gırtlağıma sürdüğüm bıçak eridi
iğneli kadın acısını unuttu ben bekledim diye
unuttuklarımı gördüm diye oldu her şey
her şey ben görmezden geldim diye oldu
ey
gönlümle aklım arasında büyüyen uçurum
bekle beni
üç
gerçeğin görünen yüzünü kendimle bölüşemedim
fırlattığım taşın peşine düştüm kendimden önce
sanırdım ki
fırlattığı taşın peşinden giden benim yalnızca
sanırdım ki
şiirlerimi okuyan kızlar cehennemliktir
oysa ki ben alnıma lekeler sürüyordum yürürken
bir şehrin göbeğinden geçiyordum alnımdaki lekeyle
ve taşlardan daha çok seviyordum bulut kuşlarını
dışarısı karanlıktı
ve ben henüz öğrenememiştim her rüyanın bir inkâr olduğunu
bütün sevdiklerimi uyandırıyordu şehri saran iniltiler
hızır paşalar dua ediyordu yatmadan önce
bu unutulmasın
dört
(....)
(Pencere 21, Mart-Nisan 2000)
SAVAŞ EZGİ
Adını dergi sayfalarında ilk kez görüyorum! Belki de takma bir ad! Epik şiir edasıyla hemen ilgiyi çekiyor. Ama neden prens? Bir şair bu denli bilinçsiz olabilir mi? Şiir yarım kalmış gibi! Bilmem yanılıyor muyum ama yeni bir Dadaloğlu.
Biraz da Ahmed Arif karması!
BOZKIR PRENSİ
I. Bölüm
Bozkırda
Yetişen tek şey rüzgârdı.
Onlar yüzyıllardır
Nal seslerini ekerlerdi bozkıra.
Bir ceplerinde tütün
Bir ceplerinde soğan
Koyunlarında kefenleri
Tuz taşında ekin biçerlerdi.
Bir kirve olmak için
Atlarından inerlerdi.
Bir de sevdiklerini kaçırmak için.
II. Bölüm –1–
Diyarbakır havzasından geçen
Torosların bıraktığı dağlar
Sıkıntıdan patlar.
Patlar patlamaz açılan dağların arasından,
Yanardağ akıntılarıyla karılmış kayalara
iki su düşer.
Bir Master ve Sarı Meşe dağları arasından
Diğeri Bırklin mağarasından çığlıksız doğar.
Kılcal damar nazında
Dağlar arasında dolaşan incecik sular
Kar sularını içer.
Ele avuca sığmayan sulara
Zincir vursan eğlenmez.
Dolucan mevkiinde birbirine sarılan
iki su sevinçten kalka kalka yürür.
Sular o kadar hızlıdır ki ok anlamına gelen
Dikle adı verilir.
Dut gibi dağına aynı hızla gelen nehir
dağıtır kendini.
Köylüler incecik teller alıp Dicle’den
Yırtıklarını dikerler toprağın.
Kendini dağıtan Dicle dağlarda
demlenmiş beş tane çayı
üst üste içerek kendini toplayınca,
Bir tespih ipi gibi uzanır.
Sıradağlar tespih tanesi
Sabırla çekenlerin doruklarını aştığı.
Doruklar
Sistir, dumandır, buzuldur.
Rüzgâr geçerken yırtılır.
Keskin, sivridir laciverdi kayaları
Kurşunun soluğu yetmez tırmanmaya
Mavi erguvan doruğuna.
Ağızdan dışarı adım atmaz kelimeler
Harfleri kar tutar.
Baharın geçilmez nazından
Dağların.
Kendiliğinden can tutmuş ağaçlarda
Koşan tomurcuklar damla damla patlar.
Renkleri ışıl ışıl
Hafif mavi bir alevi
Andıran çiçekleri
Rüzgâr söndüremez.
(Öküz 02, Şubat 2000)
|