|
GÜNLÜK |
|
Bünyan Ortaokuluna atanınca Kayseri'den aldığım metot boy tek çizgili kalınca iki defteri, 1961-1972 yılları arasında okuduğum kitapları not etmede kullandım. Defterler dolunca onları 1973 yılında atandığım Bursa'da birleştirip ciltlettim.
Bugüne kadar severek kullandığım bu defter oldukça yıprandı. Bu defterin yanında her yıl Ece Ajandası alıp günlüklerimi yazdım.
Ortaokul, İlköğretmen Lisesi, Eğitim Enstitüsü’nde lise defterlerine tuttuğum günlüklerim; ne yazık ki en güvendiğim yer olan annemin evinde yıllar sonra infaz edilip benden habersiz ortadan kaldırıldı!
Ben de 1984 yılına kadar Ece Ajandalarında tuttuğum günlükleri bilmiyorum hangi akla hizmet ve hangi duygularla ortadan kaldırdım.
Ece Ajandası'nın turistik boy olup yanımda taşıdığım, günlük tuttuğum 17 tanesini, 1985 yılından günümüze kadar sağ salim ulaştırdım.
Kayseri. 10 Eylül 1961
Yakında bu deftere notlar atmaya başlayacağım. Bu notlar, kitaplardan alınacak veya kitaplar hakkında kendi kanılarım olacak. Ayrıca dünya görüşümü ve içinde bulunduğum bu ortamı da yazabilirim.
Kendimi inşaya, işte mesele bu. Türkiye'nin en büyük metotsuzluğu; cahil ve aydınların kendilerinden hareket etmemeleri ile solucanlıkları...
Kendimi inşaya, kendime...
Bünyan, 21 Ekim 1961
Cumartesi
Bu sabah geç kalktım. Berberde bir intihardan bahsediliyordu, anlatan arkadaşıymış. Akşam beraberdik dedi. Çok geçmeden savcılığa çağrıldım. İntihar eden Mustafa'nın iki yazısı vardı; onun olup olmadığını inceleyecek bilirkişiymişim!
İki beyaz kağıt üzerine yazılmış dört sayfa: bir olaylar şeridi, tereddütlü karalamalar... Askerden yeni gelmiş, dört yıldır mektuplaştığı sevgilisiyle buluşmak için bahçesine girince yakalanmış, dayak yemiş, "yanımda iyi bir sustalı vardı, yarın baba diyeceğim adama çekemezdim onu", "Ellerim kelepçelenince çok utandım, yarın ben kasabalımın karşısına nasıl çıkarım deyip ağladım."
Mektubun altına "Mezar taşıma 'Bahtı gülmeyen Mustafa' yazın demiş! Karakolda soba borusu deliğine kırık sandalye bacağı sokup kablo telleriyle kendini asmış, gözümden bir damla yaş aktı.
Bir kutu kapağı üzerine yazdığı yazı "Mektubun cebinde olduğunu bildiriyor". Cebindeki bıçak üzerinde açılan kalemin izleri vardı.
Bünyan,7 Ocak 1962
Günlerden Pazar bugün. Bir süre sırtüstü yattım. En ufak şeylerin insanın neşesini etkileyeceğini gördüm. Penceremin parmaklıklarında kuşlar cıvıldaşıp duruyor. Perdeden geçen gölgeleri M.'nin resmine vuruyor. Ne hoş oluyor. Dışarı çıkmak istiyorum ama çok işim var.
Öğleden sonra çocuklar geldi. Gezelim dediler, zaten bahane arayan ben kendimi dışarı attım. Parlak bir güneş var, yerlerde de kar. Su boyunu tuttuk. Tehlikeli kayalardan çıktık. Düşecek gibi oldum, tehlike güzel şey. Çıkınca dağcılığın tutkusunu duydum.
Muhakkak, insan çok şey; Ruhu nelere egemen olmak istiyor ki böyle şeyleri bulup çıkarıyor. Çıplak ağaçlardaki kuş yuvaları karlarla dolmuş. Birlikte yavru yetiştirilen yuvalar... Bir avuç kar onu doldurmaya yetmiş. Hayatın feslefesi, gören göze her yerde söylenir.
Yanımızda radyo vardı. Çok güzel müzikler dinledik. Epey fotoğraf çektirdik ve çektim. Bünyan kar altında ne şirin gözüküyor. Kuş yuvası aklımda, korunamamak yuvayı yıktırmasa da ona yuva görevini yaptırmaz!
Yılgınım; yazılı ödev okumaktan. Ne çok Allahım! Bitirmem de lazım! Oysa ki ben bittim... Ey yorgunluğun annesi uyku gel, bul beni...
25/26 Ocak 1962
Bünyan, Kayseri, İstanbul, Çorlu, Çanakkale
Yola çıkıyorum, işte, bir iç kırgınlığı, bir az da iştahlı olarak... Ağzım zehir, kafamın ağırlığını sormayın... Kurtulma, kaçma çabam anlaşılır. Kayseri'de otobüsten inince gara gidiyorum. Tren gecikmeli gelmiş, hemen bilet alıyorum. Bu biraz da şans.
Trene binince üzerime bir durgunluk çöküyor. Ohh.. uyuyup kalıyorum... Saat ikide terli uyanıyorum. Polatlı'yı geçmişiz. Kirli sularında Sakarya'nın bir üşümüş ay yüzüyor. Ray sesi... Ray sesi... Dumanlar toparlak ayı örtüp duruyor, kalın oldukça...
Çorlu'da baba evinde geçiriyorum geceyi. Sabahleyin Çanakkale'ye gitmek için Tekirdağ otobüsüne biniyorum. 1955-1959 yılları arasında kim bilir kaç kez geçtim bu yollardan?
Çanakkale'ye geçince; uyku bulunan bir yer olmayan Turing Otele gidiyorum. Yalnız yıl başılarımın geçtiği bir otel bu! önemli kararlar aldığım bir otel burası. Hiç yatmadığım bir odasını seçiyorum otelin. Sonra M.'nin evine gidiyorum...
Bünyan, 25 Şubat 1962
Geceleri beni saat ikilere kadar dernekte tutan kitaplardan soğumam değil, tersine beynimi hapsedecek bir kitabın elimin altında bulunmayışı. Yalnızlığım eskiden, kitaplara kapak attırırdı. Şimdi, insanlar arasında daha çok bulunmak istiyorum. İnsanlar arasına her sokuluş, bir aldanış...
Alain Delon'un oynadığı "Kızgın Güneş" filmine gittim. Buruk bir tadı var filmin. Yılgın kuşak, anlamsızlık kavramları üzerine kurulmuş bir film.
Yazmak istiyorum, şöyle oturup yazmak... Sakallarım uzun, derbederim. 0dam soğuk. Benim sevgili yalnızlığım; bazen güzeldi, buysa korkunç. Açmasın yüzünü!
Bünyan, 7 Mayıs 1962
Gençlik, senden utandım. Geçenlerde gazetelerde gördüğüm o fotoğraf yok mu? Beni gömdü. Şu Türkiye'de idealizm denen şeyin neredeyse olmadığına yemin edeceğim. Amerikan donanmasının askerleri ne acı ki yirmi bin üniversitelinin binasını gelip boyuyor! Utanan yok! Sizse gençler, iri sözlerle her şeyi duyduğunuzu, gördüğünüzü söylüyorsunuz.
Ben artık sözün Türkiye'yi kurtaracağına inanmıyorum. Onun için siz, sözden başka bir şey düşünmeyen yılgın gençlik, inançsız gençlik. size de inanmıyorum.
Beynime çakılmış, Amerikan askerlerinin boyadığı o bina, başıma yıkılsaydı, bir kez ölürdüm, düşündükçe her kez...
Neden, biz böyleyiz? diye başlamak istemiyorum. Demem lazım ama herkes diyor. Ben demiyeceğim, sözün Türkiye'yi kurtarmayacağına inandım artık. Sen de inanmalısın sevgili gençlik!
Çünkü, sen hakkın olan eğlencenin, gülmenin; "Hakkın olmadığı bir dönemden geçiyorsun." Kemalizme inandığına, şu bakımdan inanmıyorum. Kemalizm, her şeyden önce, inançlı bir şeyler yapan, uğraşan, yılmamış, alınları terli, batıya koşan kişilerin işidir.
Kemalizm, söz ebeliği değildir, Kemalist, dil koşturan kişi değildir. Seni. Tam Kemalist görmek için.işe sarıldığım, oturmak istemediğim görmek isterim.
Bünyan, 25 Mayıs 1962
Cuma
Ben eskiden böyle sigara paketlerinin arkalarım doldurmazdım. Demek çok artmış yalnızlığım. Demekte bile yalnızlığımı, bırakılmışlığımı duyumsuyorum. Üstelik bir de gözlerim ağrıyor. Seni oraya koyup yalnızlığımı unutayım.
Benim eskiden böyle yazıp çizdiğim yerlerin arasına girmezdi sigara paketleri, demek artmakta yalnızlığım.
Yalnız bahar...
Bir yeşil yaprakta değil de, nikotin sarılığını sindiren parmakların çizgilerine takılmış sürükler saatleri...
Ey, bilinçaltının sinsi kuyruk sallayışı, mırıldanışı, çizgiler, resmi misiniz yalnızlığın?
Bünyan, 31 Mayıs 1962
Öğretmenlik mesleğinde ilk yılım bu benim. Bugün ders yılını bitirdik. Yazık kendimi bile kurtaramadığım bir yıl oldu. Faydalı olabildim mi? Belki, evet, ama, bu bana yetmedi. Benim istediğim gibi olamadım. Sınıflarımda öğrencileri tanımadan geçti yıl. Daha etkin olamaz mıydım? Derbederlik ve md. yardımcılığının yükü omuzlarımdaydı.
Disiplin anlayışım çok çabuk değişiyor. Kız öğrenciler, yanımda çok çabuk cıvıyor. Bunun nedeni ben miyim? anlamış değilim!
Öğrenciyle alay etmemeliyim, öğrenci yanlışlarına, gülmemeliyim. Sorularım, daha açık ve net olmalı.
Derslerin dağıtılışı, yazılı ve ödev kağıtlarını toplayış, derleyiş ve değerlendirişimde yanlışlarım var. Değerlendirmelerimde; öğrenci kişiliklerini göz önünde bulundurmadım.
Dilbilgisi konularında zayıf kaldım. Yazılılarda bilhassa yazım kurallarına dikkat etmeliyim. Ders yılı başında tutumumu birinci sınıflara çok iyi anlatmalıyım.
Ve hiçbir durumda bir daha asla yönetici olmamalıyım.
1958 Mayısının son günü... ön bahçede saatler süren konuşmalarımızı hatırlıyorum şimdi. Ne mutlu bir ders yılı sonuymuş, altın günlerimmiş onlar benim.
Eğitim katillerinden sayılmam ama, yaptığım hatalar da az sayılmaz! Disipline almalıyım kendimi. Hatalarımı çok iyi bilip düzeltmeliyim.
Seni unuttum bu gece sevgili M. Unuttum bu gecelik seni… Tuuh! Kendimi aldatmışım yine...!
Bünyan. 11 Haziran 1962
Pazartesi
Epey geç kalktım bugün. Derneğe gittim, kimse yoktu, yalnız oturdum. Gelen gazetelerde daha önce tanımadığım birini tanıdım bugün. Bir eğitimci, bir inanmış adam. Unutmam artık onu. Sakallı Celal Yalnız'ı.
Sakallı Celal'in iki davranışı beynime kazındı. İnanılmaz bir şahsiyet değil ama tam bir şahsiyet... Bakın neler yapmış:
Müdürü bulunduğu lisenin merdivenlerinin tamiri için bakanlıktan para istemiş birçok kere... Sonuçta, merdiveni dinamitle atmış. Tabii ki kendisini de işten atmışlar. Ya şu devlet memuru sıkıntısı olduğu için, okulun 9. sınıflarını 11.sınıfa geçirip mezun etmesini isteyen hükümet emrine uymayarak ertesi gün okulun önüne boyacı sandığıyla gitmesi. İnanmış olmak, ne mutlu.
Sakallı Celal Bey. Sen benim cennetime girdin. Başka tarafına karışmam artık (Ecco Home) "İşte insan".
Avşar köylerinde ölen bir öğretmene köylü kadınların yaktığı ağıt şöyle:
" Altın yüzük parmağında.
Palto giyer tırnağında
Burada öğretmen ölmüş
Atatürk'ün örneğinde."
Pınarbaşı, Pazarören, Melik Gazi.
17 Haziran 1962
Sabahleyin taksi tutup Pazarören öğretmen Okuluna gittik. Şu köy enstitülerim ortadan kaldıranlar, ne büyük cinayet işlemişler Allahım. Yeniden kurulsalar bile, öyle sanıyorum ki o eski ruhu bulamazlar. O çalışma azmi kurulamaz. Bu yüzden bizi köy enstitüleri de (şimdi) kurtaramaz.
O. "Gülcemal" adlı bina; çatıdan gülerek düşen bir öğrenci yüzünden bu adı koymuşlar. Şuradaki çeşmenin adı "içilmez", kızlar yatakhanesinin yanında yasaklı olduğu için. 9-12 yıl önce oradan mezun olmuşlar var yanımda. yaptıkları işleri gösteriyorlar. Şu binayı diyor biri, mezun olduğumuz gün, kiremitlemeden gidemezsiniz dediler ve kiremitlettiler bize. Duygulandım durdum.
Pınarbaşı'na gittik, orada iyi bir lise binası yapılıyor. Pınarın başına kadar gittik.Ağaç dikmesini bilmeyen bizler, ne rezilce kesiyoruz. Dönüp Melik Gazi'ye gidiyoruz. Rezil bir yol. Niçin mi biz böyleyiz? Kanlarımız manda biti ağırlığıyla akıyor. Hazine olsa gidilmez oraya.. Şu tepeler çamlıktı diyor biri. Yalan sanıyoruz ama, birkaç ağaç var, belki dedirtiyor nedense. Sekiz yüz yıllık bir türbe. Selçuk sivil mimari örneği tuğla örme. Türbenin kubbesi yivli, epey harap olmuş, içerde belli belirsiz Türk üçgenleri. Orayı bilen arkadaşlardan biri iri taneli teşbihi aldı boynuma geçirdi.: "Kısmetin açılır" diyerek. Dışarıyı gezdim, otlara çaput bağlamışlar. Tuğla aralarına taşlar koymuşlar. Mahzene indik. Melik Gazi'nin mumyasını gördük. Etleri daha kemikten ayrılmamış hayret...
Tepeye tırmanıp bir şeyler yiyoruz. Doymak bilmiyoruz. Karşı tepede türbenin arkasında kalan kumandanların türbesi harap, yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya.. Çocukların gözleri bozuk.
Dönüyoruz, iyi ve yararlı bir gezi oldu.
Polatlı. 8 Kasım 1962
Öğlende bir telgraf aldım. Doğrusunu söylemek gerekirse; epey süre onun ne demek istediğini anlayamadım. İlk aklıma gelen eşimin atanmasının Çanakkale Lisesine
olduğuydu! Telgrafçı da iyi yazamamış! Meğer, benim atanmammış o.
İlahi, Milli Eğitim Bakanlığı, sen çok yaşa emi! Altı ay gemisi olsun senin bir adın! Ne umutlarla beklemiştim o atamayı ben... Şimdi, ne işe yarar, beni üzmekten başka.
Ben iki aydır, Polatlı Topçu Okulu Yedeksubay bölümündeyim. Kimsenin kimseden haberi yok.
Polatlı. 19 Kasım 1962
Bugün bir öğrencimden mektup aldım. Sınıfta kalmış. Bana sövmüş, saymış. Biz öğretmenler haksızız galiba, bozuk düzen bir dünyayı düzeltecek gibi çalışıyoruz.
Toplum, çok fena zehirlenmiş "aman idare et" sözüyle.!
Ne soylu duyguları var, şu Anadolu çocuğunun; Küfrettiği mektubunu sonunda el öpmeyle bitiriyor.
Rezil politika, sen hiçbir şey vermemiş, hep almışsın bu ülkeden...
Çocuğum, bana küfreden ve ellerimden öpen... Seni, katıksız sevdim bu kez ben. Bana, bir şeyler veren, üzüntüler getiren bugüne şükürler olsun!
|
İhsan Üren
29.12.2007
9976
|
|
|
|
|